Güzel AMA

Çok, çok anlatmış, dile getirmeye çalıştığım bir mevzuyu konu endenmiş…
Evet AMA, aması var…
Konu salt kültürel, konu salt ekonomi, konu salt giyim – kuşam meselesi değil…
BAK…
Pezevenk dün aşkam Alman ANA HABERINDE yer aldı…
Ana haberlerde…
Pezevenk, pezevenk konu oldu?
Putin – Kahpedoğan görüşmesi…
NIYE???

O serseriye…
O kör cahile hangi akli başında yayın kurumu yer verir…
Örneğin bir Trump’a…
Bir Boris’e, bir Kahpedoğan?a?
Kim ya kim, hangi kurum, kuruluş bunları ciddiye alır?

Mesele ONLAR değil ki…
Mesele Amerika, İngiltere…
Bir Türkiye, maalesef bu gibi yaratıklar temsil ediyor bizleri…
Bu yüzden haberdeler…
Bu ülkeler çok önemli ülkeler. Kimisi coğrafi konumu ile, kimisi tarihi…
Kimisi askeri ve ekonomik önemi ile çok önemli ülke…
Türk Silahlı Kuvvetleri…
BITTI, BITTI, bitirdiler, Kahpedoğan bu yüzden getirildi başa…
Atatürkçüler hani nerede?
Hepsi sindi, sivil toplum kuruluşları…
Sindirildi.

Ekonomi…
Sadece his edilen, görülen BIR YANI!

İzin veren belli

Cumhuriyet, Tanzimat’ın anti-tezidir.
Atatürk, II. Mahmut ile oğullarının ve torunlarının anti-tezidir.
İstiklal-i tam/ tam bağımsızlık, kapitülasyonların anti-tezidir.
Bunu şu nedenle yazdım:
Çanakkale’deki maden aramaları protesto edilirken bir tartışma çıktı:
-“Bu izni kim verdi?”
AKP yandaşları hemen “biz vermedik” diye savunmaya geçti.
Kimin izin verdiği belli aslında…
Ama…
Bu soruda 200 yıllık çetin bir mücadele gizli.
Bu soruda koca bir ideolojik tartışma gizli.
Bu soruda Türkiye’deki tarihsel saflaşmanın ana hattı gizli.
Şöyle açıklayayım:
-Biz, “büyük reformcu” denen Adnan Menderes’e bu soruya verdiğimiz yanıt nedeniyle karşıyız…
-Biz, “büyük reformcu” denen Turgut Özal’a bu soruya verdiğimiz yanıt nedeniyle karşıyız…
-Biz, “büyük reformcu” denen Recep Tayyip Erdoğan’a bu soruya verdiğimiz yanıt nedeniyle karşıyız…
Yanıta geleceğim kuşkusuz ama şunu eklemeliyim:
Türkiye’de özellikle 1980’lerden sonra politik tartışmalar salt giyim-kuşam gibi “kültürel” kodlar üzerinden yapılır oldu.
Çanakkale’deki orman katliamı tartışması da salt “doğayı koruma” üzerinden yapılıyor.
Kültürel sorunlar yok demiyorum…
Çevresel sorunlar yok demiyorum…
“Ama” diyorum, “temel meseleyi göz ardı ediyoruz”: Ekonomi-politik!
Sorunun yanıtı burada saklı.
Sorunun yanıtı
Son 200 yıllık tarihimizin önemli iktisadi-politik kırılmaları var:
1838 İngiliz Ticaret Sözleşmesi, Osmanlı pazarını kapitalizme ekleme sürecini başlattı.
Osmanlı toprakları her türlü sömürüye açık oldu. Osmanlı Sarayı büyük sevinçle “modernizmi” ilan etti: Tanzimat Fermanı.
Emperyalizmin hareket alanını genişletmek için, Osmanlı pazarı kanunlar ile sömürüye açık hale getirildi. Maden yasası bunlardan biri oldu.
1858 Arazi Kanunnamesi; toprak rejimi, mülkiyetler ve (107. maddeyle) madenlerle de ilgili bir takım hükümleri kapsıyordu.
Bu düzenleme çerçevesinde, yabancılara -Hicaz vilayeti dışında- ilk maden imtiyazı verildi. O tarihe kadar Osmanlı, madenlerini gözü gibi koruyordu. Maden demek, savaşın kazanılmasını sağlayan “silahların hammaddesi” demekti.
Teslimiyet sadece savaş yenilgisiyle olmaz; çıkarılan böyle kanunlarla da olur!
Kolu kaptırmaya görün:
1867’de, 1869’da, 1887’de, 1903’te, 1906’da, 1911’de yeni düzenlemeler yapılarak yabancılara yeni maden imtiyazları- sömürü kolaylıkları sağlandı. Örneğin… 1903’te yüzde 51 olan maden üzerindeki yabancı hakları, 1911 yılında yüzde 76 seviyesine yükseltildi!
Yabancı devletler-şirketler, kapitülasyon imtiyazlarını kullanmakta sınır tanımadı.
Bu sebeple…
Cumhuriyet’i kuran Osmanlı’nın son kuşağının ana hedefi kapitülasyonlar oldu.
Diyorum ki:
Çanakkale’deki tartışmayı bu temel üzerinde yapmalıyız:
Cumhuriyet ancak böyle kavranabilir.
Üç büyük kırılma
Cumhuriyet tarihinin üç büyük kırılması var.
1950 yılı DP…
1983 yılı ANAP…
2002 yılı AKP…
Her dönemde yapılan tek “icraat” var aslında:
Cumhuriyet’in yok ettiği kapitülasyonlara Türkiye pazarını koşulsuz-sınırsız açmak!
DP, kapitülasyonları diriltti.
ANAP, kapitülasyonları büyüttü.
AKP ise tam teslimiyeti sağladı.
Çanakkale’de ormanların katledilmesine yol açan maden iznini “bu kafa” verdi. Bu anlayışın kökü 1861’de yatıyor. “Kim izin verdi” sorusunun yanıtı belli…
Adı ister “Teck”…
Adı ister “Fronteer”…
Adı ister “Alamos”…
İsmi ne olursa olsun. Kendi ülkesinde tek ağaca kazma vuramayan Kanadalı şirketler, Anadolu’da insanoğlunun mezarını kazıyor…
Kirazlı…
Ağı Dağı…
Çamyurt’ta orman katlediyor.
Kapitalizmin iki yüzüdür bu…
Osmanlı’da olduğu gibi “sarayı paraya mecbur” edenler, aynı oyunu siyasal iktidarlar üzerinden yeniden sahneye koyuyor. Yeraltı-yerüstü kaynaklarımızı sömürüyorlar.
Evet…
Maden iznini “kimin” verdiği belli.
Maden iznine “kimlerin” karşı çıktığı belli.
Doğayı katleden kişi değil, ideolojidir…
İşte… Tartışmayı bu politik zemin üzerinden yürütmeliyiz.
İşte… Mücadeleyi bu politik zemin üzerinden yapmalıyız.
Temel mesele kapitülasyonlardır.
Tanzimat ile Cumhuriyet farkıdır bu.
Atatürk ile diğerlerinin farkıdır bu.
Lozan’da kapitülasyonlar konusunda Ankara çok büyük direniş yaptı.
“Lozan zaferdir”- “Lozan hezimettir” diyenlerin mücadelesi en son Çanakkale ormanlarının-madenlerinin talan ettirilmesiyle gün yüzüne çıktı.
Atatürkçüler ile Atatürk karşıtlarının mücadelesi, madenler-ormanlar üzerinden de sürüyor.
Milliciler ile gayri millicilerin kavgasıdır bu.
İzni kimin verdiği belli…

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/soner-yalcin/izin-veren-belli-5303605/

Yoksulluk kader mi?

oku

MANYAK

“Türkiye büyüyorsa ekmeğimiz neden küçülüyor?”
Haklı bir soru bu…
Sadaka gibi maaş zammı ile uyutulmak istenen memurlar isyan halinde…
Seçimden önce neler neler vaat ediyorlardı? Güya Türkiye kanatlanıp uçacaktı!
Bizim akıllı insanlarımız da uçuk vaatlere inanıp oy veriyordu!
Ah Aziz Nesin! Sağ olsaydı da, bugünleri görüp “Ben sizi defalarca uyardım ama anlamamakta inat ettiniz! Şimdi ne haliniz varsa görün!” deseydi!
Zam yağmuru devam ediyor. Doğalgazdan sonra, elektriğe, motorine, benzine zam… Hem de katmerli kazıklar bunlar!
Ağır zamlar milleti cin çarpmışa döndürecek. Çünkü, her malın fiyatını etkileyecek olan temel maddelere yapılıyor zamlar…
Türk-İş açıkladı:
“Evinize her ay 6 bin 705 lira girmiyorsa yoksulsunuz!”
Türkiye’de yaklaşık 20 milyon aile var. Bu duruma göre 18 milyon aile yoksul.
Ne diyeyim böyle iktidara?
Kendisi hamutuyla yutarken,
Milleti yaptı fukara!

Güney sınırımızda tehlikeli olaylar yaşanıyor.
Suriye bataklığına saplanan Türkiye çok ciddi bir tehditle karşı karşıya…
Bu kritik günlerde, Meclis tatilde!
Suriye’de, kanlı terör örgütü IŞİD’in son kalesi durumunda olan İdlib kentinden Türkiye’ye yeni bir göç dalgası başlamak üzere…
Bu göç durdurulamazsa, halen 4.5 milyon Suriyeli sığınmacının bulunduğu Türkiye çok daha zor durumlara düşecek.
İYİ Parti Milli Güvenlik Politikaları Başkanı Aytun Çıray:
“Meclis derhal olağanüstü toplanmalı ve AKP’nin dış politikaları tüm boyutlarıyla ele alınmalı!” dedi.
Halen tatilde olan Meclis keyfini bozup toplanır mı? Hiç sanmıyorum!
★★★
İdlib’den yaşanacak bir göçün Türkiye’de terör olaylarını tırmandıracağını belirten Aytun Çıray’a göre:
“Göç dalgasıyla birlikte binlerce IŞİD’li terörist de Türkiye’ye girecek. Dillerinden beka söylemini eksik etmeyenlerin, yanlış politikalarından bir an önce vazgeçmeleri şarttır!
İdlib’teki çatışmaların doğuracağı yeni göç dalgası ile gelecek olan sığınmacıları bu defa doğrudan teröristler olacaktır. Zaten var olan sayıları İrlanda Cumhuriyeti nüfusundan büyüktür. İktidar İdlib’ten doğabilecek göç dalgasına engel olamayacak, AKP’nin Rusya ve Amerika arasına sıkışmış dış politikasının ağır bedeli yine halkımıza fatura edilecektir!
Ülkemizin yıllardır bir krizden diğerine savrulmasının nedeni, Türkiye’nin iyi yönetilmemesidir!
Haklarımızı büyük devletlerin inayeti ve ihsanı ile değil, bileğimizin hakkıyla korumalıyız. Bu da ancak güçlü bir ordu, iyi bir ekonomi, ehliyet sahibi liderler, huzur ve refah içinde yaşayan yurttaşlarla mümkündür. Mevcut iktidarla bu olmaz!”
AKP’yi saran korku!
Siyaset ciddi gelişmelere gebe!
Bir yandan Ali Babacan’ın, diğer yandan Ahmet Davutoğlu’nun parti kurma çalışmaları “Tek Adam” sistemini yok edeceğe benziyor!
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Bizi sırtımızdan hançerledirler!” sözünün arkasında bu endişe yatıyor.
Davutoğlu ve Babacan’ın parti kurmaları halinde AKP ve MHP seçmeninde oluşabilecek 2 puanlık kaymanın Erdoğan için büyük risk oluşturacağı görülüyor.
Erdoğan 24 Haziran’da yüzde 51.8 ile Cumhurbaşkanı seçilmişti.
2023 yılında, ya da erkene alınacak bir seçimde Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olarak görevine devam edebilmesi için yüzde 50+1 oy almasının mümkün olmayacağı düşünülüyor.
Bazı AKP’liler, MHP ile olduğu gibi, yeni partilerle de ittifak yapabileceklerini iddia ediyorlar!
Ali Babacan ve Ahmet Davutoğlu böyle bir ortaklığı kabul eder mi, bunu zaman gösterecek.
Siyaset dünyasında olmayacak şey yoktur! Çoğu zaman menfaatler ön plana çıkar!
Gerçek olan şu ki; 18 yaşını dolduran ve 17 yıldır iktidarda olan AKP’yi zor bir dönem bekliyor!
TEBESSÜM
Yolcunun valizleri!
Genç iş adamı “milli” denilen havayolumuzdan bilet alır ve uçağa binmek üzere alana gelir.
Görevli hostes:
“Biletinizi alabilir miyim?” der.
Adam biletini verir ve der ki:
“Biletimden göreceğiniz gibi ben New York’a gidiyorum. Ancak, verdiğim iki valizden birinin Londra’ya, diğerinin de Paris’e gitmesini istiyorum.”
Görevli hostes şaşırır:
“Böyle bir şey imkânsız. Kesinlikle yapamam!” der.
Genç iş adamı tebessüm eder:
“Bunu duyduğuma çok sevindim. Geçen yıl yapmıştınız da…”
GÜNÜN SÖZÜ
Gerçek başarılar bilgi, çalışma, sabır ve doğrulukla elde edilir!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/rahmi-turan/yoksulluk-kader-mi-2-5303552/

Almanya’da doktor olmak, hastane falan

76 Euro’yu KENDI CEBINDEN ödeyecek…
Kocası kıyametleri kopardı yanımda, benim için ödeyecek bu parayı. Benim için…
Hastaneye gitmem gerek ya, kan tahlili istediler…
İki…
>>> özel değer <<<
Sosyal sigortalıyım, bildiğin normal bir insan…
Kasam, sosyal sigortam karşılamıyormuş bu tahlili…
Kassenärztliche Vereinigung, müşterimdi…
Dedim ya diyorum…
HAYAL bile edemeyeceğiniz yerlere girip çıktım.

Her biri ders her biri tecrübe bana…
BIRIKIM.

Einweisung = biri(si)ni hastaneye sevketmek/yatırmak
Überweisung = havale etmek
İki terim, iki fark…
Hukuki, tıbben ve ekonomik olarak!

Normal şartlarda bir doktor başka bir doktora havale eder hastasını, gönderir yani…
DIKKAT…
Normal doktordan söz ediyorum, tedavide destek olabilir mesela…
AMA…
Bir uzman doktora havale etmek gene başka…
Ekonomik, ekonomik…
Çil çil para demek…
Keza hastanede muayene gerekliyse, örneğin üniversite hastaneleri…
Ki…
Bana üniversite, yani araştırma hastanelerinden başkacası zaten yârdim edemiyor, edemez…
ÖYLE sorunlu bir çeyreğim yani…
Normalinde havale eder doktor, hasta gider…
SEN ÖYLE SAN, eskidendi eskiden…
NEDEN?
Eh havale ederlerse bilmiyorum kaç para AMA sevk ederse hastane bir günlük yatak parası alıyor…
Havale ücreti kesinlikle daha az, sevk demek 500 Euro demek…
NOKTA

Artı…
Artık ne yapılıyorsa hastanede. Doktor…
Doktoru gözünde büyütme, doktor dediğin tabii ki bilgili bir insan…
Ile kültürlü demiyorum ama bilgili bir insan…
YEMINLI…
Benim gibi…
O…
Cana yeminli, ben bilgiye, veriye…
İkimizde gizliliğe!

Kabak gibi, KABAK…
Elimde bilgiler var pezevenklere dair, KABAK gibi…
Özelin mahremiyeti!

Özel sigortalı…
Genel sigortalı…
Demokrasi, liberal ekonomi…
İnsanlar eşitti değil mi?

BOK eşit…
Bu veri on, on beş sene önceki veri…
Seyahat acentesi, müşteri başına 20 Euro / Mark civarında kazanıyordu…
Bilet başı yani…
Bu veri güncel, bir ev doktoru, bildiğin doktor yani müşteri başına 26 Euro kazanıyor…
DIKKAT…
Müşteri dönem başı bir kez gelsin, yüz kez gelsin…
Dönem için 26 Euro!

Bu insanlar 26 € kazanmak için mi yıllarca okudular?

Benim saat ücretim en az 120 Euro’ydu…
Duruma, işe bağlı 300, 400’e kadar çıkabiliyordu…
En kötü zamanlarımda bile, çaylak…
50 Marktan aşağı değildi.

Sana çok görünebilir, bana göre değil…
Bu parayı dakikada, TEKRAR DAKIKADA KAZANANLARI biliyorum.

Ve çok ama çok daha fazlasını!

Dönelim konumuza…
Bakın burası Almanya…
Kanun ve nizamin çok değer gördüğü bir yer…
Düzenin…
BILE BILE yani sorumlular bunu biliyor, SIYASETCILER…
Halkın kaçta kaçı biliyor orası şüpheli…
DIKKAT DIKKAT DIKKAT
>>> Özellikle doktorların, sağlık çalışanlarının <<<
AMA ve FAKAT…
Onları temsil yetkisine sahip kurum ve kuruluşların…
>>> Bu düzenbazlığı duyurması, halka yansıtması KANUNEN YASAK <<<
Hastane en güzel örnek ya hastane…
O kadıncağızın ne mecburiyeti var BENIM IÇIN…
Çünkü kanunen kısıtlı bütçesi, hasta başı harcayabileceği para…
Sosyal sigortalar anlaşması…
Ne mecburiyeti var benim için cebinden 76 Euro ödemeye…
BEN…
NEDEN senelerce sosyal sigorta kurumlarına para ödedim…
NEDEN?

Eşitiz kanun önünde…
Eşitiz sağlık yönünden değil mi?

Varsa paran, varsa!

Düzen bu düzen…
Siyasetçi…
Dünyanın her yerinde sadece bir siyasetçi!

Aman Çiğdem Hanım sizde, 50 milyonun lafı mı, intibardan tasarruf mu olur?

BAK ALMANA…
Dünyanın en zengin ülkelerinden biri…
Askeri…
Postal için, yeni postal için 1,5 sene beklemek zorunda!

Silah, takım, taklavatı falan hiç sorma…
Dökülüyorlar, dökülüyorlar!

İmtiyazlı ama hesap vermeyen vakıflar

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) bütçesinden sağlanan desteklerin parasal tutarı 357 milyon 453 bin 972 TL.
İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun iptal açıklaması, yerel seçimler öncesinde ve sonrasında fasılalarla gündeme gelen vakıflara kamu kaynaklarından yardım tartışmasını yeniden açtı. İmamoğlu’nun “Bu daha başlangıç” sözüyle belediyenin paylaştığı bilgilere göre; Ensar Vakfı, TÜRGEV, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı, Daru’l Fünun İlahiyat Vakfı, Hoca Ahmet Yesevi Vakfı ve TÜGVA’nın aralarında yer aldığı vakıflarla yapılan protokoller feshedildi.
Yılın ilk ayında bu köşeden üç yazıyla duyurduğumuz “İBB STK Okul Yurt Faaliyet Raporu 2018” belgesinde okullar hariç, vakıf ve derneklere sağlanan destek tutarın 308 milyon TL’ydi. İBB’nin o zamanki yönetiminin “gerçek dışı” dediği raporla ilgili davalar açıldı. Davalara girmeyeceğim.
Dikkatinize getirmek istediğim konular başka:
Biri İBB’nin yeni açıklamasındaki destek tutarı: 357.5 milyon TL.
İPTALİN KRİTERLERİ
Bu tutar, söz konusu raporun hazırlandığı tarihten bu yana, İBB bütçesinden neredeyse 50 milyon TL artı kaynak çıktığı anlamına mı geliyor?
Altını çizmek istediğimiz bir diğer husus da İBB’nin protokol iptallerinde uyguladığı kriterlerin ne olduğu. Önceki yönetim döneminde hazırlanan raporda, 14 vakıf, iki derneğin yanı sıra bir de destek karşılığı 15.6 milyon TL olarak görünen “Diğer Vakıflar” başlığı yer alıyordu.
Özetle, iptal edildiği açıklanan protokol sayısı ve vakıfların sayısı nedir?
NEDEN VAKIFLAR ARACI
İBB’den sağlanan desteklerin hukuki dayanağı olan protokollerin iptaliyle, sayılan vakıflar önemli bir gelir kaynağından yoksun kalacaklar. Bu yoksunluğun, Cumhuriyet’te haberi yer alan TÜRGEV-Kredi Yurtlar ilişkisinde olduğu gibi merkezi bütçe kurumları ya da hesaplarından kurulacağı anlaşılıyor.
İktidarın sorun olarak görmediği çok açık. Ama kamu kaynaklarının doğru kullanımı, saydamlık ve devletin hesap verebilirliği bakımından burada temel soru şudur:
Öğrencilere, temel ihtiyaçlarından biri olan yurt konusunda destek olunacaksa, bu destek neden devletin asli kurumları tarafından verilmiyor? AKP patronajında kurulan vakıflar, öğrencilerin barınma sorunu için aracı kılınmasındaki sebeplerin ne olduğunu hepimizin bilmesi gerekiyor. Kamu kaynaklarını harcayan vakıflar, hesabı kime nasıl veriyor? Vakıflar Genel Müdürlüğü denetliyorsa, sonuçlar nerede?
DEVLET PROTOKOLÜNDE
Eğitim politikalarını ikame etmek üzere kurdurulan TÜGVA ve TÜRGEV’in ortak özelliği, vergiden muaf oluşları. TÜRGEV, Bakanlar Kurulu’nun 26 Eylül 2011 tarihli kararıyla, TÜGVA ise 17 Ekim 2016 tarihli kararıyla vergi muafiyeti statüsü kazandı. Kamu yararı statüsüne sahip oldukları için devlet protokolü içinde yer alma ve resmi plaka sahibi olmaya da hakları var.
İşte bu kadar özel ayrıcalıklarla donatılmış TÜGVA ve TÜRGEV hesaplarını kamuoyundan saklıyor. İki vakfın da sitesinde hiçbir yıla ait faaliyet raporlarına rastlamak mümkün değil. Hangi gerçek ve tüzel kişilerden ne kadar tutarlarda destek, bağış, yardım aldıkları bilgisini paylaşmıyorlar. Hal böyle olunca bizlerin vergilerinden oluşan yüzlerce milyon lirayı öğrencilerin barınma sorunu için harcadıklarını açıklayan vakıflar iş, bu gelir ve giderleri kalem kalem açıklamaya gelince bu yükümlülükten yani hesap verebilirlikten kaçıyorlar.
İktidar himayesinde devlet protokolünde yer alıp, resmi plaka kullanma imtiyazına sahip, vergi muafiyeti tanınmış vakıflar, içinde “töhmet” “karalama” “iftira” lafları geçen açıklamalar yapmadan önce yıllık faaliyet raporlarını internet sitelerinde paylaşmalılar.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/cigdem-toker/imtiyazli-ama-hesap-vermeyen-vakiflar-5303593/

Ahlat’ın başındayım 65 yaşındayım!

Geçen yıl hemen seçim sonrası tam 12’nci günün şafağında, ihtiyacımız olan müjde doğudan gelmişti. Halkı sevince boğan gelişme Bitlis Ahlat’ta, Van Gölü kıyısında yeni Cumhurbaşkanlığı köşkünün inşaatına başlandığı haberleriydi…
Bu köşkün yapılması dünyada dengeleri değiştirebilirdi. Ortadoğu’da kartlar yeniden dağıtılır, Avrupa Birliği karışırdı. Ahlat’ta 10 dönüm arazi üzerine 1071 metrekare oturma alanına sahip bir yapı! Kolay mı?
★★★
Geçen yıl sadece köşk yapılacağı açıklanmıştı. Öylesine sinirlendirdiler ki tokat gibi mesajı yapıştırdı: “Birileri rahatsız olsa, engellemeye çalışsa da bunu ilçemize kazandıracağız. Yanına da birkaç butik otel yapacağız.”
Niye yapıyor? Nasıl yapıyor? Hani ekonomi kötüydü? “Demek ki ekonomi kötü değilmiş” derlerken, hiç beklemedikleri “birkaç butik otel” hamlesi geldi. Muhtemelen Fransa’da yapılan G7 zirvesinin gizli gündem maddesiydi.
★★★
Köşk değil adeta bir şifre… Hani, 1071’de Malazgirt’te… O zaman yapılacak köşk de olsun 1071 metrekare… Kimin aklına gelir ki? Beş dönüm kesmez, on dönüm arazi içerisine… Kısmet alışveriş merkezine…
“Dolar yükseliyor, borçlar ödenemiyor, şirketler iflas ediyor, insanlar işsiz kalıyor, biz nelerle uğraşıyoruz” diyenlere; “Ne oldu 1071 rakamından mı rahatsız oldunuz” dese, kim ne konuşacak? En fazla “Net mi, brüt mü” diye soracak!
★★★
Şimdi bazı densizler, ilçeye külliye kazandıracağını söyleyince “Kendine yaptırıyor, millete müjde diye anlatıyor” diye düşünebilir.
Madem öyle, yap-işlet-devret modeliyle yapalım, 25 yıl boyunca yılda 8 gün kalma garantisi verelim. Cebimizden beş kuruş çıkmasın! Kimse boş konuşmasın. Nasıl fikir?
★★★
Bahçıvanı, koruması, hizmetçisi, ahçısı sürekli orada kalacak, maaş alacak. Aynı zamanda gitmese de, görmese de, giremese de, milletin külliyesi olacak. Sanki vatandaş devre mülk olarak kullanacak! Onlar için de butik oteller var. Duble yolları da olsun. Bir tünel, bir köprü, bir de havalimanı yapalım. “Yap-işlet-devret”te “beş kuruş” para ödenmiyor ya, onları da aradan çıkartalım!
★★★
Trump, sözde süper güç Amerika’nın başkanı… Öyle istediği yere köşkü, istediği yere sarayı yaptırırlar mı? Verelim saraylardan birinin anahtarını… Alsın yanına İngilizi, Çinliyi, Fransızı ve Almanı… Gariplerim görsün itibarda tasarruf olmayacağını!
Bakalım dünya lideri olmamızı istemeyenler Cumhurbaşkanlığı’nın yeni köşkünü görünce bu sefer ne diyecekler? Hiç heveslenmesinler, en-gel-le-ye-me-ye-cek-ler!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/murat-muratoglu/ahlatin-basindayim-65-yasindayim-5303645/

### >>> Nihayet <<< ### AMA diyorum size bu herif bunlardan biri, en azından ellerinde. Milletin ağzını susturmak için, GÖSTERMELIK

357 milyonmuş…
Milyarlar, milyarlar!


+

Hediye

Mustafa Kemal düzenli olarak yurtdışından kitap sipariş ederdi.
Paris, Londra, Roma, Viyana elçiliklerimize resmi yazıyla liste gönderir, hepsinin parasını kendi cebinden öderdi.
Fatura isterdi…
Böylece, işgüzar büyükelçilerimiz tarafından devlet kesesinden para ödenip ödenmediğini kontrol ederdi.

1930’da mesela…
Münir Ertegün, Paris büyükelçimiz oldu.
Mustafa Kemal’in şahsi talepler konusunda ne kadar hassas olduğunu bilmiyordu.
Kendisine sipariş edilen iki tarih kitabının faturasını dışişleri bakanlığına gönderdi.
Üç gün sonra, Çankaya Köşkü’nden Paris büyükelçiliğimize telgraf çekildi… “Reisicumhurun özel harcamaları dışişleri bütçesinden karşılanamaz, bundan böyle faturaları kendi adıyla kendisine göndereceksiniz” denildi!
Hatta elçinin yazışması bile beklenmedi, Paris’ten gönderilmiş olan faturalar başyaverlik tarafından dışişleri bakanlığından istendi.
571 frank tutarındaki kitap parası, Mustafa Kemal’in maaş hesabından, İş Bankası aracılığıyla Paris büyükelçiliğine transfer edildi.

Osmanlı subayıyken de, Kurtuluş Savaşı sırasında da, Cumhurbaşkanı’yken de, devlet kesesinden ayran bile içmedi, parasını ödemediği yemeği yemedi.

1927’ydi, mevsim kıştı…
Ankara belediyesinin fidanlığına geldi.
Seraya girdi, çiçekleri inceledi, salon bitkileri beğendi, sekiz adet saksı seçti.
Belediyenin bahçeler müdürüne talimat verdi, “bunları yarın köşke gönderin, siz de beraberinde gelin, sağlıklı yaşamaları için nerelere koyulması gerekiyorsa yerleştirin, nasıl bakım yapılacağını bizim bahçıvanlara öğretin” dedi.
Ertesi gün, saksılar getirildi, uygun köşelere yerleştirildi.
Mustafa Kemal’e haber verildi, geldi, inceledi.
“Gayet güzel olmuş, ne kadar ödeyeceğiz?” diye sordu!
Efendim hediyemiz olsun deseler, biliyorlar ki, milletin malını hangi yetkiyle hediye ediyorsunuz diye kızacak…
Böyle olacağını adı gibi bilen bahçeler müdürü Salih Bititci hazırlıklıydı. Bir kağıt uzattı. Seçilen bitkiler ve fiyatları yazılıydı.
Mustafa Kemal kağıdı aldı, yaverine uzattı, “ödeyiniz” dedi.
Yaver Rusuhi bey çalışma odasına gitti, bir zarf içinde parayı getirdi, “faturayı yarın gönderirsiniz” dedi.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, devlete ait köşke yerleştirmek için, devlete ait fidanlığın çiçeklerini bile kendi cebinden öderdi.
Yarın öbür gün laf olur diye, çiçekleri bedavaya almış veya çiçekleri devlete ödetmiş demesinler diye, fatura isteyerek belgelerdi.

Ama az, ama çok, maddi değeri olan hediyeyi asla kabul etmezdi.

1928 yılıydı…
Köşkün penceresinden bakarken, manevi kızı Nebile’nin otomobile binip gittiğini gördü.
Yaverini çağırdı.
“Derhal peşinden gidip buraya getirin” dedi.
Getirdiler.
Nebile’yi karşısına aldı…
“Sen benim kızımsın ama, bu arabalar babanızın malı değildir, millete aittir, her aklına esen buradan araba alıp gidemez” diye azarladı.

Çankaya’da görevli olan aşçı, şoför, berber, uşak, bahçıvan gibi tüm personelin yeme içme masraflarını, barınma masraflarını, köşkün tamiratlarını bizzat maaşından karşılardı.
Seyahatlerinde asla harcırah almazdı.

Kendi küpünü doldurmadı.
Devletin hazinesini doldurdu.

Bugün, ABD başkanları tıpkı Mustafa Kemal gibi yaşıyor.
ABD başkanları, Beyaz Saray’da yedikleri yemeğin faturasını bile kendi maaşlarından ödüyorlar.
Diş macunundan, kuru temizleme masrafına, ayakkabı boyasına kadar, tüm kişisel harcamalarını kendi maaşlarından ödüyorlar.
Diyelim ki, arkadaşlarını misafir olarak davet ettiler, ağırladılar, kurabiyeden çay parasına kadar, kendi maaşlarından ödüyorlar.
Beyaz Saray’ın konut bölümünde, yani başkan ve ailesinin ev olarak kullandığı bölümde görev yapan hizmetçilerin ücretini, kendi maaşlarından ödüyorlar.
ABD başkanları devletin resmi görevi haricinde devlet kesesinden bir cent bile harcayamaz.
Beyaz Saray’da kira ödemeden oturur, hepsi o.
Çünkü, monarşi değil, cumhuriyettir…
Devletin kesesi başkanın şahsi cüzdanı değildir.
Başkanlık uçağına, devletin resmi görevlisi hariç bir kişiyi bile alırsa, mesela kardeşini uçağa alırsa, first class uçak bileti kadar parayı kendi maaşından öder.
First lady’nin kuaför parasını, başkan kendi maaşından öder.

ABD başkanları 250 dolardan değerli hediyeyi alamaz.
Kanunen yasaktır.
Nezaketen kabul eder, devlete verir, evine götüremez.

Her hediye kayıt altına alınır, arşivlenir.
Görev süresi sona erdiğinde, ABD başkanına gelen hediyelerin tam listesi isim isim, maddi değerleriyle birlikte kamuoyuna açıklanır.

Bush’a gelen hediyeler arasında Dalia Lama’nın hediye ettiği çerez paketi bile vardı, sadece altı dolardı…
Sadece altı dolarlık hediyenin bile kimden geldiği, ne zaman geldiği, vatandaşa açıklanmak zorundadır.

250 dolardan pahalıysa, bakanlara da hediye veremezsin.
Senatörlere de veremezsin.
CIA başkanına da veremezsin.

Avrupa Birliği’nde görev yapan memurlara 50 eurodan pahalı hediye veremezsin, kanunen yasaktır.
50 eurodan değerli hediye verirsen, hem kabul etmez, hem de “şu ülkeden şu kişi vermek istedi” diye rapor tutarak, Yolsuzlukla Mücadele Dairesi’ne bilgi vermek zorundadır.

İngiltere’de başbakan, bakanlar ve tüm kamu personeli için 140 sterlin hediye sınırı var.
Tüm hediyeler üç aylık dönemler halinde, şeffaf şekilde yayınlanır, İngiliz halkı tek tek görür.
Başbakan David Cameron’a iPad hediye edilmişti, 429 sterlindi, başbakan bu hediyeyi çok beğendi, devlete kendi cebinden 429 sterlin ödedi, kendisine hediye edilen iPad’i devletten satın aldı.

Almanya’da devleti yönetenlere hediye uçak bileti veremezsin.
Almanya cumhurbaşkanı tatile giderken kendi cebinden ekonomi sınıfı bilet almıştı, bu uçak biletini üste para ödemeden first class’a çevirdiği ortaya çıktı, Almanya ayağa kalktı, savcılık derhal soruşturma açtı, cumhurbaşkanı halktan özür diledi, yetmedi, buradan başlayan tartışma neticesinde istifa etmek zorunda kaldı.

Siyasileri boşver, Almanya’da bir öğrenci, öğretmenine 10 eurodan pahalı hediye veremez.
Bütün sınıf toplanıp, topluca hediye almak isterlerse, farzedelim bu toplu hediye 30 euroysa, okulun denetleme kurulundan özel izin almaları gerekir.

Bir kaç ay önce…
Almanya futbol federasyonu başkanı istifa etti.
Ukrayna futbol federasyonunun kendisine hediye ettiği altı bin euroluk kol saatini kabul ettiği ortaya çıkmıştı.

Varlığıyla onur duyduğumuz, son cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer, tıpkı Mustafa Kemal Atatürk gibi, tıpkı ABD başkanları gibi, tıpkı gelişmiş-demokratik ülke liderleri gibi davrandı.
Yurtdışı seyahatlerinde şakır şakır harcaması için kendisine tahsis edilen yasal harcırahı kabul etmedi, tek kuruş almadı.
Özel telefon konuşmalarının parasını bile kendisi ödedi.
Değerli eşinin, first lady’mizin kıyafetlerini kendisi ödedi.
Oğlunu evlendirdi, tüm ikramları, masalara servis edilen su dahil, kendi kesesinden ödedi.
Nikahtan önce köşkün sayaçlarını not ettirdi, nikah sırasında tüketilen elektiği suyu bile kendi kesesinden ödedi.
Takı töreni bile yaptırmadı, hiç olmazsa hediye vermek isteyenler oldu, “sizin gelmeniz hediye” diyerek, kabul etmedi.
Yedi senelik görevi sırasında, cumhurbaşkanı olarak kendisine takdim edilen hediyeleri nezaketen kabul etti ama, asla evine götürmedi.
Mücevher takı, gümüş eşya, halı, kilim, heykel, tablo, biblo, porselen, tabanca, saat, sehpa, hatıra para, madalyon, kendisine takdim edilen 1243 parça hediyenin 1243’ünü de devlete bıraktı.
Birini bile almadı.

Ve şimdi bakıyoruz…
Mardin belediyesine kayyum atanan vali efendinin, asrın liderimize, içişleri bakanımıza, öbür bakanlarımıza 600 bin liralık gümüş hediyeler aldığı, bunların faturasını belediyeye ödettiği konuşuluyor.

Doğrusunu isterseniz, telkariymiş tepsiymiş bilezikmiş, avanta gıda kolisine oy veren sayın ahalimizi pek ırgalayacağını sanmıyorum.

Ama siyaset literatürümüz açısından çok önemli.
Çünkü, bu kayyum meselesi çıktığından beri Türkiye’de tartışılıyordu, kayyım mı denir, kayyum mu denir filan…
Meğer kuyum’muş birader!

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/hediye-5303639/

Kan, “kan gövdeyi götürdü” Doktordan geliyorum
Kan tahlili, her zamanki gibi…
Damla damla, birdenbire…
Kadında şaşırdı, pantolon mantoln gitti. O kadar çok kan akmış ki, soyundum, sağ bacak aşağıdan yukarıya, kol mol…
Ortalık, yok ya ben normal değilim, değilim…
Deli…
Olabilir AMA depresif bir manyak değilim, hele ruhu sapık. Almanya’da neler oluyor bir bilseniz(!)

Sağlık sistemi, sonra belki

Hiç yazmama gerek yok aslında, YAZACAGIM AMA…
Anlayana…
Alt tarafı postal dersin, POSTAL!

oku

Asker…
Bir buçuk sene yeni postal bekler mi?

### ! ###

Depresyon ve cinsel hayat, kadın kadar erkeği de etkileyebilir. Aradaki fark erkeklerin bu konuyu farklı algılamasıdır, bu konudan dertli olan erkeklerde kadınlara nazaran intihar sayısı daha fazla gözlemlenir. İlaçların bize neler ettiğini bir bilseniz. Kendimden biliyorum, korkunç yan tesirleri. YOK, depresyon meprasyonla benim işim olmaz, zaten doktorların bana koyduğu ilk teşhis, hastanelik bir vakaymışım, BOK yemişiniz!

YILLARCA pharma yani çok ama çok büyük ilaç şirketlerinde çalıştım, müşterilerimdendiler…
YAZAMIYOR, anlatamıyorum…
Dünkü, evvelsi günkü uyarımda olduğu gibi…
Önder…
Gözetim altında, çok dikkatli olmak zorundayım…
Ancak bu kadar, yazabildiğim kadar!

Yıllanmış olaylar, bu yüzden anlatabiliyorum…
Zaman aşımı…
Cinayet işlemedim kardeşim ne doğduğum ne doyduğum topraklara ihanet etmedim…
Anlatıyorsam…
Özellikle gençler için, yanlışa düşmesinler…
Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

Toedliche Medizin organisierte Kriminalitaet

izle

Güneş fırtınası…
Anlaşılan yoğunluk açısından, yani elektromanyetik dalgalar…
“normal” cihazlar için tehlikeli değil, YOKSA haberlerde üstünde dururlardı…
Bu demek değil ki tehlike yok, geçti…
Varlığından haberinizin bile olmadığı nice hassas cihazlar var!

Al sana Israil, İran’a saldırdı!

Zam, zam, zam…
Zam da zam, zam…
Hadi kızlar yandan, yandan…
Servise zam, taksiye zam…
Zam da zam, zam…
Hadi kızlar yandan, yandan!

Allah…
Daha beter etsin!

Not:
Her zaman, HER KONUDA yaptığım gibi…
Ben üstüme düşeni yaptım, zamanında uyardım!