HAK be paşam, hak be İzmirlim hak, BU MILLETE HAK

Dünya lideri manavı
14 Şubat 2019

Türk tekstilinin temeli kabul edilen Nazilli Sümerbank fabrikası, 1937’de bizzat Atatürk tarafından açıldı.
2 bin 500 kişi çalışıyordu.
İşçilere balo düzenleniyordu, danslar ediliyordu. 700 kişilik sinema salonu vardı, tiyatro salonu vardı, haftada altı gün film gösteriliyordu. İşçilerin tiyatro kulübü vardı, müzik grubu vardı, korosu vardı, fabrikanın radyosu vardı, fabrikada piyano vardı. Resim-heykel sergileri açılıyordu, bahçesinde havuz, havuzun içinde bronz kadın heykeli vardı. Spor kulübü vardı. Türkiye’nin ilk alttan ızgaralı futbol sahası oradaydı, basketbol-voleybol sahası vardı, güreş minderi, boks ringi, tenis kortu vardı, paten pisti vardı, bisiklet parkuru vardı. Ameliyathaneli, laboratuvarlı, 40 yataklı hastanesi vardı, eczanesi vardı. İlkokulu vardı, kadın işçilerin bebişleri için kreş vardı, 1937’den bahsediyoruz… Giyecek kooperatifi vardı, fırını vardı. İşçileri şehirden fabrikaya getirip götürmesi için mini treni vardı. Kendi enerjisini kendi üretiyordu, santrali vardı, Nazilli’ye elektrik veriyordu. Fabrika bünyesinde, Nazilli halkına, özellikle genç kızların meslek edinmesi için ücretsiz kurslar düzenleniyordu, okuma yazma kursu veriliyordu. Çevre köylere sağlık personeli gönderiliyordu, hastalar tedavi ediliyor, ücretsiz ilaç veriliyordu, bölgedeki sıtma salgını, fabrikanın sağlık ekibi tarafından kurutuldu. İşçilerin 264 dairelik, bin kişilik lojmanı vardı. Hamam vardı, Nazilli halkına da açıktı. Altı ayda bir yöre halkına ücretsiz basma dağıtılıyordu.

Akıl’la zeka’yla kurulan bu muhteşem fabrika için tek kuruş ödemedik.
Devletin kasasından, milletin kesesinden tek kuruş çıkmadı.

Domates, biber, patlıcan, kabak, portakal, mandalinayla ödedik!

Kurucu Cumhuriyet’in vizyonuydu…
Ekim 1937’de imzalanan Ticaret ve Tediye Anlaşması’nın eseriydi.

Ruslar inşa etti, personeli eğitmek için 120 Rus mühendis çalıştı, kredisi, makinaları, iğneden ipliğe hepsi Rusya’dan geldi.
Para yerine, domates, biber, patlıcan, kabak, kuru üzüm, fındık, tütün, zeytin, portakal, mandalinayla ödendi.

Aynı vizyon çerçevesinde, 1967’de yeni bir anlaşma imzalandı.
Bu yeni anlaşmaya göre, Sovyetler Birliği tarafından Türkiye’de bir demir çelik fabrikası, bir alüminyum fabrikası, bir hidroelektrik santrali, bir petrol rafinerisi, bir sülfirik asit fabrikası, bir lif levha fabrikası, bir cam fabrikası “anahtar teslimi” kurulacaktı.
Kredisini, teçhizatını, malzemesini Ruslar verecekti, Türk personeli Ruslar eğitecekti.

Hibe değildi.

Peki geri ödeme nasıl yapılacaktı?
Sebze, meyve, narenciyeyle!

Anlaşmada aynen şöyle yazıyordu: İş bu anlaşma çerçevesinde, Sovyet teşekküllerince sağlanacak kredi, teçhizat, malzeme, teknik hizmetler ve Türk personelin mesleki eğitim bedeli, narenciye, yaş sebze meyve, kuru üzüm, zeytin ve fındıkla ödenecektir. Geri ödeme bedeli olarak Türkiye’den Sovyetler Birliği’ne ihraç edilecek malların fiyatları, dünya fiyatları esas alınarak tespit edilecektir.

İskenderun demir çelik kuruldu.
Domatesle ödedik.
Seydişehir alüminyum kuruldu.
Patlıcanla ödedik.
Aliağa rafinerisi kuruldu.
Biberle ödedik.
Oymapınar barajı kuruldu.
Portakalla ödedik.
Bandırma sülfirik asit fabrikası kuruldu.
Kabakla ödedik.
Artvin lif levha fabrikası kuruldu.
Mandalinayla ödedik.
Çayırova cam fabrikası kuruldu.
Zeytinle ödedik.

Türk sanayisinin omurgasını oluşturan bu hayati tesisler sayesinde, hem onbinlerce insanımız iş buldu, hem de milyarlarca dolarlık ithalattan kurtulduk, dışarıya bağımlılığımız azaltıldı.

Hem milletin cebinden tek kuruş harcamadan memleket kalkındırılmıştı, hem de Allah’ın bu topraklara bahşettiği tarım zenginliğimiz takas aracı olarak kullanılarak, çiftçimiz ihya edilmişti.

E şimdi bakıyoruz…

Dünya lideriyiz diyen arkadaşlar “devlet manavı” açıyor, karneyle sebze dağıtıyor.
Millet ucuza iki kilo domates alabilmek için saatlerce kuyruğa giriyor.

Fabrikaları rafinerileri barajları sattılar.
Ahali yiyecek patlıcan bulamıyor.

Taş üstüne taş koyanı iyi kötü görmüştük ama…
Taş üstünde taş bırakmayanı ilk defa görüyoruz.

https://www.sozcu.com.tr/2019/yazarlar/yilmaz-ozdil/dunya-lideri-manavi-3521122/

Bağımsızlık Meydanı (Maidan Meydanı – Ukrayna)

Dün akşam çok ilginç bir program yayınlandı…
Bu okuyacaklarını LÜTFEN sadece Y-CHP’ye yorumlama.
Y-CHP ile AKP veya herhangi başka bir parti arasındaki YALIN fark…
Biat…
Yani, hepsine uygulayabilirsin(!)

Bir belediye başkanı…
Orta ölçekli bir yerleşim yerinin belediye başkanı. Milliyetçi…
Halkçı…
Bağımsızlık Meydanı gösterilerini hatırlayacak olursanız salt Rus – Ukrayna çekişmesi değildi…
Ülkeye hâkim olan rüşvet ve yolsuzluğa karış da bir başkaldırıydı…
Seçilen insan dürüst kişiliği ile bilinir…
>>> Seçilir seçilmez değişik kişi ve oluşumların rüşvet teklifleriyle karşılaşmış <<<
DIKKAT…
Tüm bunları Alman televizyonuna karşı açıklıyor, ne utanç verici…
Tabii teklifleri geri çevirmiş, ancak merak ettiği için “adamlara” sormuş…
“Benden önceki başkanlar bu rüşvetleri kabul ediyor muydu?”
“EVET” yanıtını almış!

Bilmem ne demek istediğimi anladınız mı?
Bilmem anladınız mı örneğin bir Meclis Başkanının neden belediye başkanı olmak için istifa ettiğini…
Neden…
Bir zamanlar Milletvekili olanların belediye başkanı olmak için yırtındığını?

Hep dediğim, hep yazdığımdır…
Kişiden topluma, toplumdan kişiye bir yargıya varabilirsin…
O halde…
Toplumsal bir düzelme istiyorsak; kişi olarak çok daha dikkatli olmalıyız!

Bir hırsızı, çete başını…
Hüküm giymiş bir suçluyu başına taç ettiğini unutma!