### ACAYIP ÖNEMLI ### GERÇEKTEN ÇOK ÖNEMLI ### LÜTFEN OKUYUN ###

Sonunda Ankara’ya telefon ettim ya…
ETMEK ZORUNDA KALDIM YA
Tekrar aradım, tamam yapmak istediğim yaşamsal öneme sahip bir mesele değil, sadece silah ruhsatı alacağım. KAFAYA KOYDUGUMU YAPARIM!

Yetkili memur ki ikisinde de mükemmel bir Türkçe ile…
Gayet efendi bir şekilde yardımcı olmaya çalıştı…
Oldum olası böyleydi, çok görüşmüşümdür dışişleri yetkilileriyle…
Her şeye rağmen, Tayyip bile başta olsa dışişleri geleneğini bozmadı ya…
Yetkililere, sorumlulara, tüm dışişleri çalışanlara en candan saygılarımı arz eder, teşekkürlerimi iletirim.

GELELIM KONUYA

Mail yollamışlar, ELIME GEÇMEDI
Ankara’dan bana iletilen, DIKKAT!!!
Vatandaşlık numarasına sahip, yani sistemin tanıdığı bir akrabam üzerinden randevu alacakmış, kapıdaki görevliye durumumu izah edecekmişim.
Tayyipistanın hali!
Konuştuğum yetkiliye göre “mutlaka” işlemim yapılacakmış!?

Gelelim önemli olan kısma…
Biz yurtdışında yaşan Türklerin sorunlarıyla görevli konsolosluklar, elçilik…
Aslında doğrudan dışişleri bakanlığına bağlı olsa da MAVI / PEMBE KART nüfus ile ilgili…
Yani içişleri bakanlığı, nüfus idaresi, güvenim kalmadı, yok anlıyor musunuz YOK…
Ne Türk’e ne Almana…
Bunun için çok ciddi nedenlerim var, geçelim. Içişleri bakanlığı, nüfus idaresi telefonu, lütfen not edin:

00903125912100

NOT: Arkadaşlar, fark etmişinizdir yazım hatalarımı…
Kusura bakmayın hem gözler hem parmaklar. Ben boşuna tükendim demiyorum…
Özellikle yorulduğum zaman ki nefes almak, konuşmak bile yoruyor…
Kusura bakmayın.

Önder

Yeri gelir

Anlatırım rahmetli pederi, yeri gelir büyük Arnavut’u…
Eniştemi, rahmetliyi…
İki erkeği birleştiren özellik, ülkemizde bu gibi bir terimi bilmezler, kullanmazlar pek…
Hele cahiller, kendi dillerine HAKIM olmayanlar hemen çeker başka tarafa…
İkisi de tam birer hayat adamıydı, yani hayata çok görmüş, olağanüstü veya normalin üstünde görmüş – geçirmiş insanlardı ikisi de. İçkiyse içki, kadınsa kadın, kumarsa kumar her yoldan geçmiş, görmüş insanlardı rahmetliler. Babamda da görmüşümdür ayni tepkiyi, eniştemde de…
Ailemin diğer erkeklerinde ve kadınlarında da…
Bakma bizler yozlaştık buralarda, Almanlaştık ta diyebilirim, köklerimizi unutmadık ama kimi örf ve adetlerimizden uzaklaşmaya başladık. Cenazeye saygı…
Hele mezarlık yanından geçerken falan, AYNEN YILMAZ BEYIN yazdığı gibi, aynen!

Sözde değil…
Müslüman, lafta Müslüman, erkek, kadın, terbiye, saygı, vatan ve millet…
Lafta vatan, bu kadar acı olmasa özde şehit, kani ve canıyla lafta diyeceğim geliyor g.t kılları şehitleri gibi her şey lafta, lafta kalıyor…
Ne öz öz, ne söz söz!

Bir gazetecinin hatıra defteri…
22 Şubat 2018

Altı yaşındaydım.
Hayli yaşlı bir komşumuz vardı.
90 küsur.
Vade doldu, vefat etti.
İlk kez tanışmıştım ölümle… Dün gibi hatırlıyorum. Mahallede adeta yas ilan edilmişti. Televizyon açmak yasak. Radyo yasak. Teyp yasak. “Duyulur, ayıp olur” deniyordu. Yüksek sesle konuşmak yasak. Top oynamak yasak. Çıt çıkarmaya utanılırdı. Sessizlik hakim olurdu. İşine, okuluna gidenler, başı öne eğik, hüzün korteji gibi yürürdü.
*
Yatağında, eceliyle son nefesini veren 90 küsur yaşındaki insanlarımızı bile, böyle uğurlardık… Hatırlarsınız.
*
Türkiye henüz bu duygularını yitirmeden önce gazeteciliğe başladım.
Gece muhabiriydim.
İlk haberim, cinayetti.
Zordu.
Öldürülen kişinin tek kare vesikalık fotoğrafını alabilmek için, cenaze evine gidip, kendimi sivil polis olarak tanıtmıştım. Başka çarem yoktu. Çünkü gazeteci falan giremezdi cenaze evlerine… Hatta mahalleye bile giremezdi. Acılı aileye saygısızlık olarak kabul edilirdi.
*
Diri’ye olmasa bile…
Ölü’ye saygı vardı en azından.
*
Sonra?
Sonra bi haller oldu bize.
*
12 Eylül ve Özal süreciyle beraber yozlaşma hızlandı.
80’lerin sonuna doğru, gazetecilerin cinayet mahalline gitmesine gerek kalmadı, cinayet mahalli gazetelere gelmeye başladı.
“Gazetede resmim çıksın da, nasıl çıkarsa çıksın” gibi, tuhaf bir “şöhret” duygusu toplumu zehirliyordu.
Öldürülen kişinin ailesi, fotoğraf albümünü koltuğunun altına koyup gazeteye getiriyordu.
İnanmakta güçlük çekeceksiniz ama, komşular da gelsin diye minibüs tutan maktul ailesi bile gördüm.
*
90’lı yılların başında, gazeteciler artık zahmet edip telefon etmiyordu.
“Cinayet oldu, fotoğrafları getireyim mi?” diye kendileri telefon ediyorlardı.
E memlekette cinayetler artmıştı, hangi biri basılacak…
“Öldürülen kız güzelse getir, güzel değilse boşver” denilmeye başlandı.
Manşeti sağlama almak için kurbanın gelinliğini getiren bile oluyordu.
*
90’ların sonuna doğru, maktul aileleri şımardı!
Özel televizyonlar çıkmıştı, gazetelere yüz vermemeye başladılar. “Tirajın kadar konuş” diye küçümsüyorlardı.
Gazeteler kurbanların kuru kuruya fotoğraflarını vermeye çalışırken, televizyonlar şakır şakır düğün videolarını yayınlıyordu.
“İşte görüyorsunuz sayın seyirciler, katil aile dostuydu, boğazını kestiği geline bileziği böyle takmıştı, şöyle halay çekmişti” filan.
*
Bilahare, milenyum geldi. 2000’ler.
Cep telefonları hayatımıza girmişti, görüntü yağıyordu.
Öldürülen kadının tatil videosu, katledilen çocuğun sünnet videosu falan kesmemeye başladı. Zaten, video işi internete kaymıştı. Cinayet seyretmek için ana haber bültenlerini beklemeye gerek kalmıyordu, gazetelerin internet sayfalarını tıklayıp, hemen seyrediliyordu.
*
Özel televizyonlara yeni bi atraksiyon lazımdı.
Bulundu…
Anne babalara “evinize canlı yayın aracı gönderelim, çocuğunuzu nasıl öldürdüler çıkın anlatın” denildi.
Kabul ettiler!
*
Ama… Canlı yayın aracı göndermek pahalıya maloluyordu. “Çok istiyorsanız, gelin stüdyoda spikere anlatın” denildi.
Onu da kabul ettiler!
*
Bu sefer başka bi pürüz çıktı ortaya… Özel televizyonların sayısı belki 100 tane, öldürülenin anası babası sadece iki kişi.
Arz-talep meselesi yüzünden karaborsa oluşuyordu.
İşin içine para girdi.
“Bizim ekrana çıkın, şu kadar para verelim” diyen kanala çıkmaya başladılar. Para verenlerin reytingi arttı.
Aileler tadını almıştı.
“Para vermem” diyenlerin telefonuna bile çıkmıyorlardı.
*
İpin ucu öyle kaçmıştı ki, sektör haline gelmişti. Komisyonla çalışan aracılar peydah olmuştu. Aileyi önceden bağlıyor, futbolcu menajeri gibi, televizyon kanallarıyla pazarlığa oturuyorlardı.
Neyse ki, medya patronları musluğu kesti. “Etik gazetecilik” ayağına yatıldı, haber için para ödenmekten vazgeçildi.
*
Medyamız bu olan bitenlerden ders çıkarmıştı. Özeleştiri yapıldı. Denildi ki… Rekabet için birbirimizin kafasını gözünü yarmayalım, herkese yetecek kadar maktul ailesi var, paylaşalım!
*
Bu makul öneride uzlaşıldı.
Aileleri kırışmaya başladılar.
Kurbanın babası Star’a çıkıyorsa, annesi Kanal D’ye çıkıyor, ağabeyi atv’ye gidiyor, kızkardeşini Show Tv alıyordu.
Ntv, Cnntürk gibi haber kanalları zayıf kalıyor, genellikle amca’yla teyze’yle idare ediyorlardı.
Herkes konuklarını aynı anda canlı yayına çıkarıyor, reytingin takdiri yüce Türk milletine bırakılıyordu!
*
Ailece anlatılıyor…
Ailece seyrediliyordu.
*
Böyle böyle, yavaş yavaş, usul usul “ölüm normalleşti”rildi.
Rutinleştirdi.
*
Özgecan’ın babası mesela, sahneye çıkıp konser verdi!
*
Evet, yanlış okumadınız… Tayyip Erdoğan’ın emriyle “devlet sanatçısı” yapıldı, Mersin Devlet Klasik Türk Müziği Korosu’na alındı, kızının adı verilen meydanda, ramazan konserinde sahneye çıktı, solistlik yaptı.
*
Kızı öldürüldüğünde şarkıcı olsaydı, hayat devam ediyor diyeceğim ama… Kızı öldürüldüğünde grafikerdi, matbaalarda çalışıyordu. Müziğe merakı var diye, Tayyip Erdoğan tarafından “devlet sanatçısı” unvanı verildi, çıkıp şarkı söylesin diye koroya dahil edildi.
*
Ve önceki gün…
Artık medyamıza da gerek kalmadığı anlaşıldı.
*
Balıkesir’de kız istemeye giden herif, kızı vermedikleri için av tüfeğini getirdi, kız tarafını komple vurdu, üç kişiyi öldürdü, dört kişiyi yaraladı, bu hunharca katliamını cep telefonuyla kaydetti, spiker gibi anons yaparak “sosyal medya”da yayınladı!
*
Kendin pişir kendin ye dönemi başladı.
*
Sayın sorumsuz medyamız…
“Değerli” insanları toplumun önüne rol model olarak getirmektense, “değersiz önemli” insanları parlattı.
Sayın vurdumduymaz ahalimiz…
“Değerli” insanlara saygı duymaktansa, “değersiz önemli” insanları baştacı yapmayı tercih etti.
*
Kaçınılmaz sonuç buydu.
Bir zamanlar 90 küsur yaşındaki komşusu eceliyle vefat ettiğinde bile adeta yas ilan eden milletten… Dünyanın en vahşi toplumu yaratıldı.
*
Afrin şehitlerinden birinin bile adını bilmeyip, Survivor kadrosunu eksiksiz sayabilen topluma, yavaş yavaş, usul usul, işte böyle ulaşıldı.

http://www.sozcu.com.tr/2018/yazarlar/yilmaz-ozdil/bir-gazetecinin-hatira-defteri-2238866/

Not: dünkü yazısını okumadıysanız, mutlaka okuyun

http://www.sozcu.com.tr/kategori/yazarlar/

Öfff, MSN yaktı bitirdi

Allahtan FLAT…
Yoksa IFLAS BAYRAGINI çekmiştim…
Altından kalkamazdım, yeminle çok zorlardı beni…
Benim etim, budum ne ki? AKP’li de değilim, Recep Tayyip gibi hırsızda değilim…
Dün itibarıyla sitemden 10GB indirilmiş(!)

Önemli olan…
Boş ver dünyayı, vatan topraklarından okunmam!

Yeni geldim, vallahi billahi sabahtan beri ancak popomun üstüne oturdum…
Felaket yoruldum, felaket…
Kendime gelebilirsem başladığımı bitireceğim.

Lanet olsun ya, lanet olsun size de sizi gibi Müslümana da…
MHP, Tayyip itinin Bahçelisi…
Şehidin vasiyetini üstlenmiş, bağıra bağıra…
Göstere göstere yerine getirmekte…
Hatırladınız mi şehidin vasiyetini, hani Türkmen topraklarında ana okulu, kültür merkezi?

Benim bildiğim, bana böyle öğretildi…
İbadette, hayırda GIZLI!!!

Palavracı pezevenk

SEN…
Önce kendi beyin gücünle, bilginle, birikiminle…
GERÇEKTEN….
Kendi mamullerini üret, kendi tankını, topunu, tüfeğini…
Üretmeyi hayal ettiğin insansız tank kusur kalsın…
Daha…
Alman desteği olmadan tank üretemiyorsun, palavra atma!

Nasıl ki Camilerden müzik yayınına karşı duruyorsam ki tek kelime ile yapanlarda hayvanin başka bir şekli, rezil ve sefil yaratıklarsa, Mehmetçik ölürken sitemden müzik yayınlamam AMA bugün bir istisna yapacağım.

Dün ekonomik gerçekleri yayınladım…
Günlerdir teknolojik rezillikleri dile getirmeye çalışıyorum…
Her şey göstermelik, her şey takiye…
Her laf palavra!

ANLAYANA!

1425

Yok rakamda yanılmadım, İstanbul’un fetihi, Amerika’nın keşfi ile falan ilgisi alakası yok…
RAKAM DOGRU
Tayyipistanı bilemem…
Beni silmiş olsanız bile ki gücüme gitti…
Ben…
Türkiye Cumhuriyeti’ni uyarmak, onu ve menfaatlerini düşündüğümü bildirmek isterim…
Görevimdir…
Sevgimin gereği!

Sarayevo kuşatmasını örnek gösterebiliriz…
1425 gün ölüm kusuldu…
1949 Cenevre anlaşması 17. Maddesi ve yine Lahey (HLKO) “kara savaşları usul & hukuku” 21. Maddesine göre beli başlı kurallara bağlıdır!
Geç kalmış, çok geç kalmış bir operasyon ile >>> haklı davamızda <<< hâksiz duruma düşmeyelim!

Bir Kasımpaşa ayısı…
Kör ve cahil bir cenah işgali altında olan ülkemizin dezavantajlı bir duruma düşmesini istemem!

Ne yazık ki sadece Almanca

https://rechtssachverstaendiger.de/wp-content/uploads/2017/04/hlko.pdf

http://www.ichr.de/files/Genfer-Abkommen-Zivilpersonen-0.518.51.de.pdf

Not: Bak unuttum yine…
Belge yok elimde, üşeniyorum şimdi aramaya…
Hatırladığım kadarıyla, devletler hukukuna (uluslararası hukuka) göre…
Kuşatma…
Çağdaş normlara, savaş usullerine uymamakta, bilgileriniz!

Bana öyle geliyor ki

Kara Mediha’m değil ama bu zibidiler beni k.çımdan kurşunlayacaklar!

😊

Ben kaçtım arkadaşlar…
Yok…
Allah’ın emriyle gidemem alan almış, satan satmış beni…
Allah rahatlık versin…
Allah bana bugünü de gösterdi ya artık ölsem de gam yemem…
En ufak bir şeyim yoktu tüm gün, en ufak…
Keşke hep böyle olsa!

Eğer önemli bir şey olmazsa yarına devam, inşallah Baraj konusuyla …!?

Yeni geldim, SAKIN ANLIYOR MUSUN SAKIN

Devlet değirmeni…
Bürokratik aparat dedikleri…
Değirmenin dişlileri ağır ağır döner…
Sakın arasında kalma, seni över!

İş hayatına atıldığım bir günden beri…
Bir ayağım hapisteydi…
Dedim ya bilişimciyim, bildiğin tiplerden değilim, konumum, görevlerim gereği…
Bir ayak otomatiğe bağlamış, demir parmaklıkları izlerken, dışarıdan dışarından…
Diğeri…
Çokça girip çıkmıştır mahpushaneye(!)

Yargılanmadım, hüküm giymedim…
Başkacaydı girip çıkmamın nedenleri, Allah kimseleri düşürmesin…
Dert verip derman aratmasın, kapılara…
O kapılara ne hastane ne hapishane kapılarına baktırmasın.

Çok şükür meslek hayatim sona erdi…
Tehlike geçti…
Ulan it, rahat g.tüne mi battı, insanlık denilen sana mi kaldı?

Oma…
Almanya…
Kanunlar, nizam yani düzen denilen…
Ve insan…
Ve vicdan…
Ve dişliler arsında kaldı katılacak olan ben…
Dedim ya kendimi kolay kolay ezdirmem, sildirmem…
Silinmedim, üstüm çizilmeye başladı…
Sen, sen ol bulaşma, karışma âleme…
İnsan kal ama insanlık yapmaya kalkma…
Canından cansa, kanından kan sesiz şeytanı oynama…
Hele anaysa, baba, evlat veya bacı…
Sahiplen, maddi ve manevi arka çık, yedir, içir, bak elinden geldiği kadar…
Ama kan bağın yoksa ve bebe değilse karışma, bulaşma!

Allah, anlıyor musun Allah…
Ben ona sığındım, inandıramam kulu, gelir başa, gelecek olan…
Kimsenin tavuğuna kış bile demem ama bela ama dert hem de öyle böyle olmayan cinsten gelir bulur beni. Bu omuzlar çöktü…
Bu bel büküldü…
Ben ettim eşekli, ben ettim sen etme, aynaya bakabiliyorum, utanmıyorum kendimden AMA inandıramam, insan eti insana ağır gelir, bir ana bir baba yedi evlada bakmış ama yedi evlat bir anaya, bir babaya bakamamış!

Dedim mi demedim mi?

Ailemden bildim, kendimden, milletim dedim…
Dedim ama…
Ren nehri kıyılarına bile kar yağarsa…
Anla…
Kış sert geçecek…
Neler neler demedim, neler neler anlatmadım sizlere…
Anlatamadım derdimi…
Felaket geliyorum der, diyor, dedi, diyecek…
Gören göz, his eden yürek ve eksi iki buçuk gram akil ister…
Yeter de YETER!